Yıldız Ecevit’ten Oğuz Atay Biyografisi : “Ben Buradayım”

‘Oğuz Atay yaşarken anlaşılsaydı, Türk edebiyatı 15 yıl daha kazanırdı!’
Yıldız Ecevit, dört yıldır üzerinde çalıştığı Oğuz Atay biyografisi ”Ben Buradayım”ı tamamladı. Bu ay çıkacak kitap (2005), Atay’ı bizzat kendinden yani külliyatından öğrenmeye çalışıyor. İşin Türkçesi; ”Ben Buradayım”, her şeyden önce, yazınsal bir inceleme- araştırma.
SERPİL GÜLGÛN
 page_oguz-atay-35-yil-once-bugun-hayatini-kaybetmisti_182348579
”BEN Buradayım”, tam 4 yıllık bir çalışmanın ürünü. Akrabalar, çocukluk arkadaşları, eski dostlar, başka yazarlar derken Yıldız Ecevit, 100’e yakın kişiyle görüşmüş. Ne var ki, ”Ben Buradayım”, Oğuz Atay’ın günlüğü ya da dostlarından alınan bilgiyle oluşturulmuş bir biyografik kitap değil. ”Ben Buradayım”ın en önemli özelliği, okura Oğuz Atay’ı, Atay’ın kurmaca dünyasından – ”Tutunamayanlar”, ”Tehlikeli Oyunlar”, ”Korkuyu Beklerken”, ”Bir Bilim Adamının Romanı”, ”Oyunlarla Yaşayanlar”, ”Günlük” ve ”Eylembilim”den yola çıkarak sunması.
Oğuz Atay, Oğuz Atay’dır
Kuşkusuz, şöyle düşünenler çıkacaktır: Oğuz Atay’ın büyükannesinin Fransız olmasının, ağzının tadını bilen gurme yanının, çocukluk tutkusu atletizmi ya da bir tarihte çok sıkı yakın dostlarıyla birlikte kısa film çektiğini öğrenmenin yazarlığı açısından nasıl bir önemi olabilir? Hatta, hatta şunu da diyenler olacaktır; ”Yahu şart mıydı şimdi bunları anlatmak?” Tabii, şöyle bir gelişme de yaşanabilir: ”Ben Buradaydım”da adı anılan A kişisi filanca tarihteki o olay öyle değil böyle olmuştur diyebilir ya da B kişisi C ve D kişilerinin yaşanılanları çarpıttıklarını savlayabilir pekala. Veyahut, feşmekan bir ad da ilk iki romanını adadığı büyük aşkını, çok da bilinmeyen ilk evliliğini içeren böylesi bir çalışmayla Oğuz Atay’ın anısına saldırıldığını öne sürebilir. Peki, bütün bunların olabilirliliği, Oğuz Atay’ı, yazınsal kimliğini, anlam ve önemini okur nezdinde etkiler mi? Elbette, hayır. Oğuz Atay, Oğuz Atay’dır! Ya, ”Ben Buradayım”ın değerinden bir şey eksiltir mi? Gene hayır. Hayır çünkü: Yıldız Ecevit’in 4 yıllık çalışmasının ürünü olan ”Ben Buradayım” her şeyden önce Oğuz Atay’ın sadece yaşadıklarının – aşklarının, evliliklerinin, ayrılıklarının, anne – babasının, solla ilişkisinin, büyük düş kırıklığıyla son bulan dergi macerasının, en yakın arkadaşıyla kurdukları inşaat firması Betonar’ın iflasının, beyin tümöründen öleceğini sezmesinin vs.’nin – ya da kişiliğinin ipuçlarının izini süren bir kitap değil. ”Ben buradayım”, Atay’ı bizzat kendinden (tıpkı ”Tutunamayanlar”ın Turgut Özben’inin arkadaşı Selim Işık için ”Sen olmadan seni nasıl öğrenmeliyim?” demesi gibi), yani külliyatından, ‘yalan bir dünya’dan, kurmaca dünyasından – ”Tutunamayanlar”, ”Tehlikeli Oyunlar”, ”Korkuyu Beklerken”, ”Bir Bilim Adamının Romanı”, ”Oyunlarla Yaşayanlar”, ”Günlük” ve tamamlanmamış romanı ”Eylembilim”den – öğrenmeye çalışan bir kitap. İşin Türkçesi; ”Ben Buradayım”, her şeyden önce, yazınsal bir inceleme – araştırma, (Joyce’dan Musil’e, Kafka’dan Canetti’ye, Dostoyevski’den Gonçarov’a, Shakespeare’den Herman Hesse’ye uzanan, zevkli, son derece heyecan verici) derinlemesine bir çözümleme, bir yakın dönem Türk edebiyat tarihi. Ve elbette, bir değerlendirme. Özetlersek, ”Ben Buradayım”daki Oğuz Atay, Yıldız Ecevit’in Oğuz Atay’ı. Burada, galiba en doğrusu, Yıldız Ecevit’in sık sık vurguladığı gibi, ”Tehlikeli Oyunlar”ın, pekçok Hikmet’ten müteşekkil Hikmet Benol’unu anmak. Hikmet I, Hikmet II, Hikmet III, Hikmet IV, Hikmet V’i…
oguz_atay
Hangi koşullarda yazıldı?
Uzun lafın kısası; bir zamanların göz ardı edilen, şimdinin kült ismi Oğuz Atay’ın biyografisini yazmak hiç de kolay değil. Zaten Yıldız Ecevit de önsözünde buna dikkat çekiyor, kitabı hangi koşullarda hazırladığını şöyle anlatıyor: ”Onu nasıl / nerede bulacak, ne tür bir kurgu aracılığıyla aktaracaktım? Bu kronolojik bir olaylar zinciri aracılığıyla verilebilecek bir şey değildi. Zor bir işe kalkışmıştım. Üstelik bu gizil Oğuz Atay’a yoldaki birkaç kapıyı aralamamda anahtar olabileceğine inandığım önemli yaşam tanıklarından kimileri, yapmaya çalıştığım işten hiç hoşnut görünmüyorlar, bana karşı – bir paparazziye gösterilecek türden – kuşku / küçümseme içeren, hatta nezaket sınırlarını aşan ‘caydırıcı’ bir tutum içinde bulunuyorlardı. Onların desteği olmadan ne kadar ilerleyebilirdim?”
‘içinde yaşadığı zaman onu affetmedi’
yıldızecevit
Neden biyografi, neden Oğuz Atay? 
Biyografik içerikli bu kitabı yazmayı, odağında Oğuz Atay olduğu için kabul ettim. Oğuz Atay ‘80’li yıllarda hazırladığım karşılaştırmalı doktora tezimde konunun bir parçasıydı. Daha sonra, uzmanlık alanım olan Alman edebiyatından modern Türk edebiyatına geçiş yaptığımda, konu dağarcığımın odağındaki isimlerden biri oldu. Ancak, ben edebiyat araştırmacısıyım, bir biyografi yazarı değil. Bu kitaptan sonra bir başka biyografi yazmayı düşünmüyorum. Zaten ”Ben Buradayım…”ı da bir biyografi olarak tanımlamak zor. Kitap, Oğuz Atay’ın biyografik yaşamında olduğu kadar, onun kitaplarının dünyasında da geçiyor. Kitabın alt başlığı ”Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası”.
 Neden Atay’ın günlüğüyle ya da yakın çevresinin anılarıyla yetinmediniz de kurmaca dünyasını biyografik çalışmanızın en önemli tanığı kıldınız peki? 
Başta Selim Işık, Turgut Özben ve Hikmet Benol olmak üzere Atay’ın kurmaca kişileri, onun en tarafsız, en içten yaşam tanıkları çünkü. Oğuz Atay’ın yaşamının içine girdikçe şaşkınlığa düşüyor insan. Metinleri büyük ölçüde otobiyografik verilerden besleniyor. Somut yaşamında başından geçen olaylarla dokumuş onları. Ama çoğu yazarın estetik zaafı olan otobiyografi kullanımı, onda sanatsal bir güce dönüşüyor. Onun metinleri otobiyografinin kurmaca ile dansı. Çoğunlukla istediği gibi yönlendirememiş olsa da, üzerinde inanılmaz derinlikte, incelikte düşünülmüş bir yaşam onunki. Bu nedenle, kurmaca dünya ile bütünleşmesi, onun içinde erimesi zor olmamış. Ben de bu sıradışı durumdan kitabımda yararlandım; Atay’ın biyografik dünyasını, onun kurmaca metinlerinden veri parçacıklarıyla harmanlayarak oluşturdum; kitabımın kurgusunu ‘biyografinin kurmaca ile dansı’ üzerine oturtmak istedim.
 Ben, okurken heyecanlandım, siz gerçekle kurmaca arasındaki parallelikleri keşfederken neler yaşadınız peki? 
İşin oyunsu bir zevkle bütünleşen yanıydı o, puzzle çözen bir çocuğun doğru parçayı bulduğundaki sevinci gibi. Atay’ın ”Olaylar” dergisi sırasında yaşadıklarından bulup çıkardığım bir ‘Yüzbin Lira’ meselesi vardı: Kıbrıslı bir iş adamının dergiye bağışlamak istediği para. Bu parayı, ”Tutunamayanlar”daki tiyatromsu metin kesitinde YÜZBİN adlı absürd bir oyun kişisine dönüşmüş biçimde yakaladığımda, yerimden fırladığımı hatırlıyorum. Ancak yakaladığım koşutluklar çoğu zaman bu kadar eğlenceli değildi. Acıyla kotarılmış olanlarında, Atay’la özdeşleştiğim anlar çok oldu.
 Önsözde umutsuzluğa düştüğüm zamanlar oldu diyorsunuz. Sizi en çok etkileyen, sarsan ne oldu? 
Ben masa başında çalışmaya alışmış biriyim. Dışa dönük bir izlenim bırakıyor olsam da içimde bir münzevi barındırıyorum. Üniversitedeki görevimi bırakıp aktif yaşamdan çekilmem ve çoğunlukla bir Ege kasabasında yaşıyor olmam da bu gizli münzevinin güdümünde gerçekleşti. Ama bu kitap beni insanların içine çekti, Atay’ın yaşamına tanık olmuş insanlarla içli dışlı bir dört yıl geçirmeme neden oldu. Bu arada çok değerli dostlar da edindim. Ancak yılların gerisinden gelen, üstü tozlanmış, acı, düşkırıklığı ya da pişmanlıkla bütünleşen kimi anıların kimi yaşam tanıklarını pek mutlu etmediği zamanlar oldu. Bu arada, aldığım tepkiler nedeniyle duygusal olarak hırpalandığımı söylemeliyim. Ama beni en çok etkileyen, sarsan olgu, insanlarla yaşadıklarım değildi. Onun yaşamını öğrendikten sonraki dönemde bir süre, kitaplarının sayfalarındaki o iç dünya seli ete kemiğe bürünmüş, nedensellik kazanmış, bir edebiyat metni olmaktan çıkmış, olağanüstü duyarlılıkta bir insanın yaşam karşısındaki umarsız savaşımının canlı bir belgesine dönüşmüştü. Sözcüklere dökülmesi zor, sıradışı bir empati yaşantısıydı bu. O süre içinde nesnel edebiyat araştırmacısı kimliğimin dışına çıktığımı itiraf etmeliyim. Her ne kadar kitapta nesnel bir tutum izlemiş olsam da, yine de duyguyla yazdığım bir metin oldu ”Ben Buradayım…”.
tehlikelioyunlar_atay23
 ”Ben Buradayım”, aynı zamanda Oğuz Atay’ı okumuş olanlarla bundan sonra okuyacaklara sunulmuş bir kılavuz. Dahası, yakın dönem bir edebiyat tarihi, Kafka’dan Beckett’e, Dostoyevski’den Joyce’a, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Kemal Tahir’e uzanan bir inceleme. Atay’ın yazınsal dünyasını inceleyen, değerlendiren bir kitap. Dolayısıyla tartışmalar da yaratacaktır. Yeni bir Oğuz Atay tartışması çıkar mı sizce? 
Onu bilemem. Kitapta Oğuz Atay’ın romancılığındaki aşamalar konusunda kimi saptamalarım var. Benimle aynı kanıda olanlar da olabilir, karşı çıkanlar da. Ancak, yaptığım saptamalarda her zaman belgelere dayanmaya çalışırım. Bu kitabın bir tür Oğuz Atay ansiklopedisi olmasını istedim. Yalnızca yaşamı yok burada. Kitaplarının tümünü tek tek inceledim, içlerindeki motifsel örgüyü de biçimsel çatıyı da ortaya çıkarmaya çalıştım. Bu kitapların içinde oluştuğu edebiyat ortamını görüntüledim. Başta Dostoyevski olmak üzere, onun ruh dostu yazarlarıyla olan ilişkisini sergilemeye çalıştım; yaşamını oluşturan parçacıklarla metni bütüne doğru dokumak istedim.
 Peki sizce Oğuz Atay, döneminde niçin anlaşılmadı? Cehaletten mi, fazla politize zamanlar olduğu için göz ardı edildi, yoksa bazıları anlamasına anladı ama kıskandı, bu nedenle mi sustu? Salieri’nin Mozart’a tahammül edememesi gibi. 
Oğuz Atay’ın yaşarken yok sayılmasının nedeni, söylediklerinizin tümünü içine alıyor. Çağını aşan, dâhi özellikli sanatçıların ortak yazgısı anlaşılamamak ve dışlanmak. Sanatın gelişmesi, yasallaşmış statükocu estetiğin dışına çıkmakla mümkün olabilir ancak. Stefan Zweig’ın bir sözü var: ”Özlerini yaşadıkları zamanın elinden kurtarıp bütün zamanlar için yaşatabilmeyi başaran” insanlardan söz ediyor Zweig. Atay bu insanlardan biriydi. Bu nedenle içinde yaşadığı zaman onu affetmedi. Özgür yaratım zamanla daha üst boyutlara ulaşmada tek yoldur. Türk edebiyatında bu yolu açan kişi Oğuz Atay, bir öncü, bir tür estetik devrimci. O tüm devrimciler gibi bunun bedelini ödedi. Ve tüm devrimciler gibi, ediminin kazancını sonraki kuşaklara aktardı. Eğer yaşarken değeri anlaşılsaydı, kuşkusuz on beş yıl daha kazanırdı Türk edebiyatı.
  tumblr_lnvqswvgaz1qepo3ro1_400
   ‘Tutunamayanlar’ı ilk okuyanlar neler söylemişti?
OĞUZ Atay, ”Tutunamayanlar”ı bitirdikten sonra bir kez daha elden geçirmiş. Çünkü romanı her okuyan, bu alışılmadık metin karşısında şaşkınlığa düşüp, kısaltmasını istemişler. Önerileri göze alarak metni kısaltmış Atay; hatta kimi yerleri de baştan yazmış. 1970 Temmuz’unda günlüğüne, ”Bu arada kitabı bitirdim, yani üç yüz sayfa yazdım; onun telaşı vardı,” diye yazar.
Vüs’at O.Bener
”Roman olarak gevşekti dokusu, bir dağınıklık hissettim. ‘Büyük bir çıkış yapıyorsun’, ilk’e imza atmak gibi büyük bir cesaret var bunun içinde. Ama biraz toparlaman lazım metni. Lütfen bunun üzerinde çalış ve kimi yerleri ayıkla,’ dedim ona. Benim önerim, romanda değişiklik yapılması yönünde değildi kısaltılması yönündeydi; uzundu, tekrarlar vardı. Birkaç ay sonra ‘Tutunamayanlar’la yeniden geldi bana. Metni elden geçirmiş, yeniden yazmış, ciltletmişti, altı ciltti sanırım. Ne kadar kısalttı bilemem. Sanıyorum, değişiklik büyük ölçüde ‘Şarkılar’ bölümünde oldu.”
Uğur Ünel
”Tutunamayanlar, vahşi bir tarla gibiydi; elden geçirildi, ayıklandı, kısaltıldı.”
Yurdanur Salman
”Ben Amerika’dan döndükten sonra, bir gün bana bir roman yazdığını söyledi; kalın bir kitapmış. ‘Arkadaşlarıma verdim okusunlar diye, çoğu sekseninci sayfadan ötesine geçemedi,” dedi. Sonra da ‘Kitabı okumak ister misin?’ diye sordu. Bazen Türkçe düzeltme önerilerimi kabul ediyordu, bazen de ısrarlı oluyordu: ‘Bu kullanımın nedeni var, bunun böyle kalmasını istiyorum. Ben burada belli bir yazarın üslubunu taklit ediyorum, bunun taklit olduğu anlaşılmalı,’ diyordu.”

ben-buradayim

  Dostoyevski mi Tolstoy mu? / Oğuz Atay – Kemal Tahir ilişkisi
”Dostoyevski, kendisiyle ilk tanıştığı lise yıllarından başlamak üzere, yaşamının her döneminde Oğuz Atay’ın en sadık kaldığı yazardır. O günlerde edebiyat çevrelerinde, ‘Dostoyevski mi yoksa Tolstoy mu daha güçlü yazar?’ tartışması gündemdedir. Yaşar Kemal Tolstoy’u, Kemal Tahir ise Dostoyevski’yi savunmaktadır. (..) Oğuz Atay’ın o yıllarda başlayan ve yetmişlerde yeniden canlanan Kemal Tahir ilişkisinin, yazarın Dostoyevski hayranlığından da ivme aldığı düşünülebilir. Ellilerin ikinci yarısında genç sosyalistler ve edebiyatçıların, çevresinde bir tür dergah oluşturdukları güçlü bir kişiliktir Kemal Tahir. (…) İçlerinde Kemal Tahir dergahına ilk giren Turhan Tükel olur; sonra bir gün Baylan Pastanesi’nde, o günlerde yazarın kitaplarını okumakta olan Halit Refiğ ve Metin Erksan’ı tanıştırır Kemal Tahir’le. Daha sonra Oğuz Atay ve Orhan Şahinler de Kemal Tahir’i dinlemeye gidenler arasına katılırlar. Altmış öncesi yıllarda ‘Oğuz dahil hepimiz Kemal Tahir’le çok yakın idik. Hepimiz belli bir ölçüde ondan etkilenmekteydik. Her yeni kitabını çok dikkatli okurduk.’ Halit Refiğ, Oğuz Atay’ın Kemal Tahir’e olan yakınlığını bu sözlerle dile getirir. Ancak, birkaç yıl sonra Atay’ın Kemal Tahir’e olan yakınlığına gölge düştüğünden söz eder Halit Refiğ:”Bir karşılaşmamızda, ‘hep tarihten bahsediyor yahu,” gibi Kemal Tahir hakkında beni şaşırtacak bir biçimde, böyle hafife alır, küçümser bir ifade kullandı.”
oguz-atay_321130
”Atay’ın edebiyat alanındaki en büyük çıkışını oluşturan ilk iki romanı ”Tutunamayanlar” ve ”Tehlikeli Oyunlar” ya Sevin Seydinin çok yönlü desteği altında onunla aynı mekanı paylaşırken ya da uzakta, onun bıraktığı boşluğu yazıyla doldurma çabası içindeyken oluşmuştur. Bu iki büyük metnin kurmaca yüzünde, çok katmanlı bir dünyada alışılmamış kurgu trükleriyle yer yerinden oynarken, arka plandaki yaşam mutfağında ise alışılmamış güçte bir tutku kotarılmaktadır. İki romanını da Sevin Seydi’ye adar Oğuz Atay: ikisinin de ilk sayfasında bu romanların ona armağan edildiği yazar. ”Tehlikeli Oyunlar”ın yazarının, Sevin Seydi’nin romandaki kurmaca taşıyıcılarından Bilge’ye yönelerek söylediği gibi, bu metinde ”Belki de bu satırların yazarından ve onun kafasını sürekli meşgul eden senden başka gerçek bir varlık yoktur ortada.” 1956 yılında Oğuz Atay’ın yakın arkadaşı Uğur Ünel’le nişanlanan Sevin Seydi, sıradışı özellikleriyle girer yaşamlarına. İstanbullu Sabetayist bir burjuva ailesinin kızıdır Sevin; babası Edip Seydi İstanbul’daki mason örgütünün önde gelen isimlerinden biridir. Sevin liseyi Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde okuduktan sonra Londra’da resim eğitimi görür. Çok okuyan, zeki ve entellektüel bir kızdır. Ufak tefek ve esmerdir; klasik ölçütlere göre güzel denmeyecek bir fiziksel görünüme sahiptir. Ancak, üst düzeyde gelişmiş yaratıcı / artistik yapısı ve rafine beğeni düzeyi aracılığı ile etkileyici bir kadına dönüşür. Büyüsel bir çekim gücü ve kendine özgü havası olan Sevin Seydi’nin çevresinde yarattığı karizma aylasının oluşumunda en önemli rolü, güçlü zekası ve kültür birikiminin oynadığından kimsenin kuşkusu yoktur.(…) Sevin Seydi 1957 yılında Uğur Ünel ile evlenir. Evli kaldıkları on yıl boyunca Oğuz, Uğur’un da Sevin’in de en yakın arkadaşlarıdır. (…) 1967 yılında farklı nedenlerle Oğuz Atay da Sevin Seydi de eşlerinden ayrılırlar. Aynı dönemde yaşadıkları yalnızlık ve mutsuzluk bir süre sonra bu iki insanı bir araya getirir.”
Kitaptan
 Soldan kopma 
”1960 yılının son çeyreğinde ”Olaylar” dergisinde yaşadığı düş kırıklığı Oğuz Atay’ı, uygulamaya çalıştığı köktenci sosyalist yaşam pratiğini yeniden gözden geçirmeye yönlendirir. Kendini solcu arkadaş grubundan çekmiş, ideolojiyle bütünleşmiş kişilere kuşku ve sakınımla yaklaşmakta olduğu bir sürecin içine girmiştik: İdeolojik ölçütler artık onun yaşamının belirleyicileri olmaktan çıkmıştır. 1961 yılı başında Melek Sineması’nda Fikriye’ye yeniden rastladığında, evlilik konusundaki düşüncelerinin artık daha yumuşak bir zeminde yer alıyor olduğu kesindir.
1956’daki ilk birlikteliklerinin üzerinden dört, beş yıl geçmiştir. Oğuz bu arada askerliğini yapmış, Denizcilik Bankası’nda işe girmiş, solculukla bütünleşen yoğun bir yaşam okulunu geride bırakmıştır. Fikriye ise yaşamındaki en büyük arzusunu gerçekleştirmiş, 1958 yılında Londra’ya gitmiş, orada iki yıllık bir moda okulunu bitirmiştir. Cihangir / Güneşli Sokak’ta, terzilik işini şimdi modist kimliğiyle yapmaktadır. (…) Oğuz’un evlilik kararı aile çevresinde olumlu yankı almaz. Çok değer verdiği annesi Muazzez Hanım, onun kendinden yaşlı bir kadınla evlenmesinden hoşlanmamıştır. ”Tehlikeli Oyunlar”da Hikmet’in annesi Mukadder Hanım da oğlunun evlenmek üzere olduğu Sevgi ile ilgili olumlu duygular beslemez.”
Ve ilk ayrılık…
oğuz-atay-eşi-fikriye-hanım-ve-kızları-özge--260x315
”Fikriye’den ayrılırken yalnızca kitaplarını alır yanına. Fikriye ile bir daha görüşmezler. Evlenirken olduğu gibi boşanırken de tanığı Uğur Ünel’dir. Atay’ın ilk iki romanında, evliliğinden ve ayrılığından yaşam parçacıklarının sıkça kullanılmış olduğu gerçeğinden yola çıkarak, metinlerde onun evli kadın figürlerine olan duygusal yaklaşımının bir grafiğini çıkartamaya çalıştığımızda, olumsuzdan olumluya giden bir tablo ile karşılaştığımızı görürüz. (…) ”Oyunlarla Yaşayanlar”da özeleştirisinde daha da ileri gidiyordur Oğuz Atay’ın oyun kişisi; oyunda Fikriye gibi terzilik yapmakta olan karısı için, ”Karımın evi geçindirmek için dikiş dikmesini bilmezlikten geliyorum,” diyordur. ”Tutanamayanlar” romanında birey insanın gelişmesini engelleyen karşıt dünyanın ögesi konumundaki evli kadın, ”Tehlikeli Oyunlar”da romanın ana erkek kişisiyle birlikte düzenin dişlileri arasında öğütülen bir tutunamayana dönüşür; ‘ikisi de daha önce, toplumun bir kenarına itilmişti,’ der anlatıcı onlar için.
Kaynak : Milliyet.com.tr. 08 Mart 2005

About okuryazarsanat

Okur Yazar, bir kişi veya kuruma bağlı olmayan; sosyal paylaşım ağları üzerinde sanatın her dalıyla ilgili haberleri, gelişmeleri, etkinlikleri duyurmayı amaçlayan; sanatın her dalına mensup sanatkarların eserlerini paylaşırken, yeni yüzlere ve toplumsal duyarlılık veya dayanışma gerektiren olaylara da seyirci kalmayan bir kültür sanat oluşumudur. Twitter, Facebook, Tumblr, Instagram, Pinterest, Blog adreslerimiz "Anasayfa" sütununda belirtilmiş olup, Okur Yazar'ın isim benzerliği olan internet siteleri, kendi belirttiğimiz adreslerimiz dışında farklı sosyal paylaşım hesapları ve basılı yayınlarla ilgisi yoktur. Paylaşım yaptığımız adresler sosyal paylaşım hesaplarımızda belirtilmiştir.
Bu yazı Genel içinde yayınlandı ve , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın