Yıldız Ecevit’ten Oğuz Atay Biyografisi : “Ben Buradayım”

‘Oğuz Atay yaşarken anlaşılsaydı, Türk edebiyatı 15 yıl daha kazanırdı!’
Yıldız Ecevit, dört yıldır üzerinde çalıştığı Oğuz Atay biyografisi ”Ben Buradayım”ı tamamladı. Bu ay çıkacak kitap (2005), Atay’ı bizzat kendinden yani külliyatından öğrenmeye çalışıyor. İşin Türkçesi; ”Ben Buradayım”, her şeyden önce, yazınsal bir inceleme- araştırma.
SERPİL GÜLGÛN
 page_oguz-atay-35-yil-once-bugun-hayatini-kaybetmisti_182348579
”BEN Buradayım”, tam 4 yıllık bir çalışmanın ürünü. Akrabalar, çocukluk arkadaşları, eski dostlar, başka yazarlar derken Yıldız Ecevit, 100’e yakın kişiyle görüşmüş. Ne var ki, ”Ben Buradayım”, Oğuz Atay’ın günlüğü ya da dostlarından alınan bilgiyle oluşturulmuş bir biyografik kitap değil. ”Ben Buradayım”ın en önemli özelliği, okura Oğuz Atay’ı, Atay’ın kurmaca dünyasından – ”Tutunamayanlar”, ”Tehlikeli Oyunlar”, ”Korkuyu Beklerken”, ”Bir Bilim Adamının Romanı”, ”Oyunlarla Yaşayanlar”, ”Günlük” ve ”Eylembilim”den yola çıkarak sunması.
Oğuz Atay, Oğuz Atay’dır
Kuşkusuz, şöyle düşünenler çıkacaktır: Oğuz Atay’ın büyükannesinin Fransız olmasının, ağzının tadını bilen gurme yanının, çocukluk tutkusu atletizmi ya da bir tarihte çok sıkı yakın dostlarıyla birlikte kısa film çektiğini öğrenmenin yazarlığı açısından nasıl bir önemi olabilir? Hatta, hatta şunu da diyenler olacaktır; ”Yahu şart mıydı şimdi bunları anlatmak?” Tabii, şöyle bir gelişme de yaşanabilir: ”Ben Buradaydım”da adı anılan A kişisi filanca tarihteki o olay öyle değil böyle olmuştur diyebilir ya da B kişisi C ve D kişilerinin yaşanılanları çarpıttıklarını savlayabilir pekala. Veyahut, feşmekan bir ad da ilk iki romanını adadığı büyük aşkını, çok da bilinmeyen ilk evliliğini içeren böylesi bir çalışmayla Oğuz Atay’ın anısına saldırıldığını öne sürebilir. Peki, bütün bunların olabilirliliği, Oğuz Atay’ı, yazınsal kimliğini, anlam ve önemini okur nezdinde etkiler mi? Elbette, hayır. Oğuz Atay, Oğuz Atay’dır! Ya, ”Ben Buradayım”ın değerinden bir şey eksiltir mi? Gene hayır. Hayır çünkü: Yıldız Ecevit’in 4 yıllık çalışmasının ürünü olan ”Ben Buradayım” her şeyden önce Oğuz Atay’ın sadece yaşadıklarının – aşklarının, evliliklerinin, ayrılıklarının, anne – babasının, solla ilişkisinin, büyük düş kırıklığıyla son bulan dergi macerasının, en yakın arkadaşıyla kurdukları inşaat firması Betonar’ın iflasının, beyin tümöründen öleceğini sezmesinin vs.’nin – ya da kişiliğinin ipuçlarının izini süren bir kitap değil. ”Ben buradayım”, Atay’ı bizzat kendinden (tıpkı ”Tutunamayanlar”ın Turgut Özben’inin arkadaşı Selim Işık için ”Sen olmadan seni nasıl öğrenmeliyim?” demesi gibi), yani külliyatından, ‘yalan bir dünya’dan, kurmaca dünyasından – ”Tutunamayanlar”, ”Tehlikeli Oyunlar”, ”Korkuyu Beklerken”, ”Bir Bilim Adamının Romanı”, ”Oyunlarla Yaşayanlar”, ”Günlük” ve tamamlanmamış romanı ”Eylembilim”den – öğrenmeye çalışan bir kitap. İşin Türkçesi; ”Ben Buradayım”, her şeyden önce, yazınsal bir inceleme – araştırma, (Joyce’dan Musil’e, Kafka’dan Canetti’ye, Dostoyevski’den Gonçarov’a, Shakespeare’den Herman Hesse’ye uzanan, zevkli, son derece heyecan verici) derinlemesine bir çözümleme, bir yakın dönem Türk edebiyat tarihi. Ve elbette, bir değerlendirme. Özetlersek, ”Ben Buradayım”daki Oğuz Atay, Yıldız Ecevit’in Oğuz Atay’ı. Burada, galiba en doğrusu, Yıldız Ecevit’in sık sık vurguladığı gibi, ”Tehlikeli Oyunlar”ın, pekçok Hikmet’ten müteşekkil Hikmet Benol’unu anmak. Hikmet I, Hikmet II, Hikmet III, Hikmet IV, Hikmet V’i…
oguz_atay
Hangi koşullarda yazıldı?
Uzun lafın kısası; bir zamanların göz ardı edilen, şimdinin kült ismi Oğuz Atay’ın biyografisini yazmak hiç de kolay değil. Zaten Yıldız Ecevit de önsözünde buna dikkat çekiyor, kitabı hangi koşullarda hazırladığını şöyle anlatıyor: ”Onu nasıl / nerede bulacak, ne tür bir kurgu aracılığıyla aktaracaktım? Bu kronolojik bir olaylar zinciri aracılığıyla verilebilecek bir şey değildi. Zor bir işe kalkışmıştım. Üstelik bu gizil Oğuz Atay’a yoldaki birkaç kapıyı aralamamda anahtar olabileceğine inandığım önemli yaşam tanıklarından kimileri, yapmaya çalıştığım işten hiç hoşnut görünmüyorlar, bana karşı – bir paparazziye gösterilecek türden – kuşku / küçümseme içeren, hatta nezaket sınırlarını aşan ‘caydırıcı’ bir tutum içinde bulunuyorlardı. Onların desteği olmadan ne kadar ilerleyebilirdim?”
‘içinde yaşadığı zaman onu affetmedi’
yıldızecevit
Neden biyografi, neden Oğuz Atay? 
Biyografik içerikli bu kitabı yazmayı, odağında Oğuz Atay olduğu için kabul ettim. Oğuz Atay ‘80’li yıllarda hazırladığım karşılaştırmalı doktora tezimde konunun bir parçasıydı. Daha sonra, uzmanlık alanım olan Alman edebiyatından modern Türk edebiyatına geçiş yaptığımda, konu dağarcığımın odağındaki isimlerden biri oldu. Ancak, ben edebiyat araştırmacısıyım, bir biyografi yazarı değil. Bu kitaptan sonra bir başka biyografi yazmayı düşünmüyorum. Zaten ”Ben Buradayım…”ı da bir biyografi olarak tanımlamak zor. Kitap, Oğuz Atay’ın biyografik yaşamında olduğu kadar, onun kitaplarının dünyasında da geçiyor. Kitabın alt başlığı ”Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası”.
 Neden Atay’ın günlüğüyle ya da yakın çevresinin anılarıyla yetinmediniz de kurmaca dünyasını biyografik çalışmanızın en önemli tanığı kıldınız peki? 
Başta Selim Işık, Turgut Özben ve Hikmet Benol olmak üzere Atay’ın kurmaca kişileri, onun en tarafsız, en içten yaşam tanıkları çünkü. Oğuz Atay’ın yaşamının içine girdikçe şaşkınlığa düşüyor insan. Metinleri büyük ölçüde otobiyografik verilerden besleniyor. Somut yaşamında başından geçen olaylarla dokumuş onları. Ama çoğu yazarın estetik zaafı olan otobiyografi kullanımı, onda sanatsal bir güce dönüşüyor. Onun metinleri otobiyografinin kurmaca ile dansı. Çoğunlukla istediği gibi yönlendirememiş olsa da, üzerinde inanılmaz derinlikte, incelikte düşünülmüş bir yaşam onunki. Bu nedenle, kurmaca dünya ile bütünleşmesi, onun içinde erimesi zor olmamış. Ben de bu sıradışı durumdan kitabımda yararlandım; Atay’ın biyografik dünyasını, onun kurmaca metinlerinden veri parçacıklarıyla harmanlayarak oluşturdum; kitabımın kurgusunu ‘biyografinin kurmaca ile dansı’ üzerine oturtmak istedim.
 Ben, okurken heyecanlandım, siz gerçekle kurmaca arasındaki parallelikleri keşfederken neler yaşadınız peki? 
İşin oyunsu bir zevkle bütünleşen yanıydı o, puzzle çözen bir çocuğun doğru parçayı bulduğundaki sevinci gibi. Atay’ın ”Olaylar” dergisi sırasında yaşadıklarından bulup çıkardığım bir ‘Yüzbin Lira’ meselesi vardı: Kıbrıslı bir iş adamının dergiye bağışlamak istediği para. Bu parayı, ”Tutunamayanlar”daki tiyatromsu metin kesitinde YÜZBİN adlı absürd bir oyun kişisine dönüşmüş biçimde yakaladığımda, yerimden fırladığımı hatırlıyorum. Ancak yakaladığım koşutluklar çoğu zaman bu kadar eğlenceli değildi. Acıyla kotarılmış olanlarında, Atay’la özdeşleştiğim anlar çok oldu.
 Önsözde umutsuzluğa düştüğüm zamanlar oldu diyorsunuz. Sizi en çok etkileyen, sarsan ne oldu? 
Ben masa başında çalışmaya alışmış biriyim. Dışa dönük bir izlenim bırakıyor olsam da içimde bir münzevi barındırıyorum. Üniversitedeki görevimi bırakıp aktif yaşamdan çekilmem ve çoğunlukla bir Ege kasabasında yaşıyor olmam da bu gizli münzevinin güdümünde gerçekleşti. Ama bu kitap beni insanların içine çekti, Atay’ın yaşamına tanık olmuş insanlarla içli dışlı bir dört yıl geçirmeme neden oldu. Bu arada çok değerli dostlar da edindim. Ancak yılların gerisinden gelen, üstü tozlanmış, acı, düşkırıklığı ya da pişmanlıkla bütünleşen kimi anıların kimi yaşam tanıklarını pek mutlu etmediği zamanlar oldu. Bu arada, aldığım tepkiler nedeniyle duygusal olarak hırpalandığımı söylemeliyim. Ama beni en çok etkileyen, sarsan olgu, insanlarla yaşadıklarım değildi. Onun yaşamını öğrendikten sonraki dönemde bir süre, kitaplarının sayfalarındaki o iç dünya seli ete kemiğe bürünmüş, nedensellik kazanmış, bir edebiyat metni olmaktan çıkmış, olağanüstü duyarlılıkta bir insanın yaşam karşısındaki umarsız savaşımının canlı bir belgesine dönüşmüştü. Sözcüklere dökülmesi zor, sıradışı bir empati yaşantısıydı bu. O süre içinde nesnel edebiyat araştırmacısı kimliğimin dışına çıktığımı itiraf etmeliyim. Her ne kadar kitapta nesnel bir tutum izlemiş olsam da, yine de duyguyla yazdığım bir metin oldu ”Ben Buradayım…”.
tehlikelioyunlar_atay23
 ”Ben Buradayım”, aynı zamanda Oğuz Atay’ı okumuş olanlarla bundan sonra okuyacaklara sunulmuş bir kılavuz. Dahası, yakın dönem bir edebiyat tarihi, Kafka’dan Beckett’e, Dostoyevski’den Joyce’a, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Kemal Tahir’e uzanan bir inceleme. Atay’ın yazınsal dünyasını inceleyen, değerlendiren bir kitap. Dolayısıyla tartışmalar da yaratacaktır. Yeni bir Oğuz Atay tartışması çıkar mı sizce? 
Onu bilemem. Kitapta Oğuz Atay’ın romancılığındaki aşamalar konusunda kimi saptamalarım var. Benimle aynı kanıda olanlar da olabilir, karşı çıkanlar da. Ancak, yaptığım saptamalarda her zaman belgelere dayanmaya çalışırım. Bu kitabın bir tür Oğuz Atay ansiklopedisi olmasını istedim. Yalnızca yaşamı yok burada. Kitaplarının tümünü tek tek inceledim, içlerindeki motifsel örgüyü de biçimsel çatıyı da ortaya çıkarmaya çalıştım. Bu kitapların içinde oluştuğu edebiyat ortamını görüntüledim. Başta Dostoyevski olmak üzere, onun ruh dostu yazarlarıyla olan ilişkisini sergilemeye çalıştım; yaşamını oluşturan parçacıklarla metni bütüne doğru dokumak istedim.
 Peki sizce Oğuz Atay, döneminde niçin anlaşılmadı? Cehaletten mi, fazla politize zamanlar olduğu için göz ardı edildi, yoksa bazıları anlamasına anladı ama kıskandı, bu nedenle mi sustu? Salieri’nin Mozart’a tahammül edememesi gibi. 
Oğuz Atay’ın yaşarken yok sayılmasının nedeni, söylediklerinizin tümünü içine alıyor. Çağını aşan, dâhi özellikli sanatçıların ortak yazgısı anlaşılamamak ve dışlanmak. Sanatın gelişmesi, yasallaşmış statükocu estetiğin dışına çıkmakla mümkün olabilir ancak. Stefan Zweig’ın bir sözü var: ”Özlerini yaşadıkları zamanın elinden kurtarıp bütün zamanlar için yaşatabilmeyi başaran” insanlardan söz ediyor Zweig. Atay bu insanlardan biriydi. Bu nedenle içinde yaşadığı zaman onu affetmedi. Özgür yaratım zamanla daha üst boyutlara ulaşmada tek yoldur. Türk edebiyatında bu yolu açan kişi Oğuz Atay, bir öncü, bir tür estetik devrimci. O tüm devrimciler gibi bunun bedelini ödedi. Ve tüm devrimciler gibi, ediminin kazancını sonraki kuşaklara aktardı. Eğer yaşarken değeri anlaşılsaydı, kuşkusuz on beş yıl daha kazanırdı Türk edebiyatı.
  tumblr_lnvqswvgaz1qepo3ro1_400
   ‘Tutunamayanlar’ı ilk okuyanlar neler söylemişti?
OĞUZ Atay, ”Tutunamayanlar”ı bitirdikten sonra bir kez daha elden geçirmiş. Çünkü romanı her okuyan, bu alışılmadık metin karşısında şaşkınlığa düşüp, kısaltmasını istemişler. Önerileri göze alarak metni kısaltmış Atay; hatta kimi yerleri de baştan yazmış. 1970 Temmuz’unda günlüğüne, ”Bu arada kitabı bitirdim, yani üç yüz sayfa yazdım; onun telaşı vardı,” diye yazar.
Vüs’at O.Bener
”Roman olarak gevşekti dokusu, bir dağınıklık hissettim. ‘Büyük bir çıkış yapıyorsun’, ilk’e imza atmak gibi büyük bir cesaret var bunun içinde. Ama biraz toparlaman lazım metni. Lütfen bunun üzerinde çalış ve kimi yerleri ayıkla,’ dedim ona. Benim önerim, romanda değişiklik yapılması yönünde değildi kısaltılması yönündeydi; uzundu, tekrarlar vardı. Birkaç ay sonra ‘Tutunamayanlar’la yeniden geldi bana. Metni elden geçirmiş, yeniden yazmış, ciltletmişti, altı ciltti sanırım. Ne kadar kısalttı bilemem. Sanıyorum, değişiklik büyük ölçüde ‘Şarkılar’ bölümünde oldu.”
Uğur Ünel
”Tutunamayanlar, vahşi bir tarla gibiydi; elden geçirildi, ayıklandı, kısaltıldı.”
Yurdanur Salman
”Ben Amerika’dan döndükten sonra, bir gün bana bir roman yazdığını söyledi; kalın bir kitapmış. ‘Arkadaşlarıma verdim okusunlar diye, çoğu sekseninci sayfadan ötesine geçemedi,” dedi. Sonra da ‘Kitabı okumak ister misin?’ diye sordu. Bazen Türkçe düzeltme önerilerimi kabul ediyordu, bazen de ısrarlı oluyordu: ‘Bu kullanımın nedeni var, bunun böyle kalmasını istiyorum. Ben burada belli bir yazarın üslubunu taklit ediyorum, bunun taklit olduğu anlaşılmalı,’ diyordu.”

ben-buradayim

  Dostoyevski mi Tolstoy mu? / Oğuz Atay – Kemal Tahir ilişkisi
”Dostoyevski, kendisiyle ilk tanıştığı lise yıllarından başlamak üzere, yaşamının her döneminde Oğuz Atay’ın en sadık kaldığı yazardır. O günlerde edebiyat çevrelerinde, ‘Dostoyevski mi yoksa Tolstoy mu daha güçlü yazar?’ tartışması gündemdedir. Yaşar Kemal Tolstoy’u, Kemal Tahir ise Dostoyevski’yi savunmaktadır. (..) Oğuz Atay’ın o yıllarda başlayan ve yetmişlerde yeniden canlanan Kemal Tahir ilişkisinin, yazarın Dostoyevski hayranlığından da ivme aldığı düşünülebilir. Ellilerin ikinci yarısında genç sosyalistler ve edebiyatçıların, çevresinde bir tür dergah oluşturdukları güçlü bir kişiliktir Kemal Tahir. (…) İçlerinde Kemal Tahir dergahına ilk giren Turhan Tükel olur; sonra bir gün Baylan Pastanesi’nde, o günlerde yazarın kitaplarını okumakta olan Halit Refiğ ve Metin Erksan’ı tanıştırır Kemal Tahir’le. Daha sonra Oğuz Atay ve Orhan Şahinler de Kemal Tahir’i dinlemeye gidenler arasına katılırlar. Altmış öncesi yıllarda ‘Oğuz dahil hepimiz Kemal Tahir’le çok yakın idik. Hepimiz belli bir ölçüde ondan etkilenmekteydik. Her yeni kitabını çok dikkatli okurduk.’ Halit Refiğ, Oğuz Atay’ın Kemal Tahir’e olan yakınlığını bu sözlerle dile getirir. Ancak, birkaç yıl sonra Atay’ın Kemal Tahir’e olan yakınlığına gölge düştüğünden söz eder Halit Refiğ:”Bir karşılaşmamızda, ‘hep tarihten bahsediyor yahu,” gibi Kemal Tahir hakkında beni şaşırtacak bir biçimde, böyle hafife alır, küçümser bir ifade kullandı.”
oguz-atay_321130
”Atay’ın edebiyat alanındaki en büyük çıkışını oluşturan ilk iki romanı ”Tutunamayanlar” ve ”Tehlikeli Oyunlar” ya Sevin Seydinin çok yönlü desteği altında onunla aynı mekanı paylaşırken ya da uzakta, onun bıraktığı boşluğu yazıyla doldurma çabası içindeyken oluşmuştur. Bu iki büyük metnin kurmaca yüzünde, çok katmanlı bir dünyada alışılmamış kurgu trükleriyle yer yerinden oynarken, arka plandaki yaşam mutfağında ise alışılmamış güçte bir tutku kotarılmaktadır. İki romanını da Sevin Seydi’ye adar Oğuz Atay: ikisinin de ilk sayfasında bu romanların ona armağan edildiği yazar. ”Tehlikeli Oyunlar”ın yazarının, Sevin Seydi’nin romandaki kurmaca taşıyıcılarından Bilge’ye yönelerek söylediği gibi, bu metinde ”Belki de bu satırların yazarından ve onun kafasını sürekli meşgul eden senden başka gerçek bir varlık yoktur ortada.” 1956 yılında Oğuz Atay’ın yakın arkadaşı Uğur Ünel’le nişanlanan Sevin Seydi, sıradışı özellikleriyle girer yaşamlarına. İstanbullu Sabetayist bir burjuva ailesinin kızıdır Sevin; babası Edip Seydi İstanbul’daki mason örgütünün önde gelen isimlerinden biridir. Sevin liseyi Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde okuduktan sonra Londra’da resim eğitimi görür. Çok okuyan, zeki ve entellektüel bir kızdır. Ufak tefek ve esmerdir; klasik ölçütlere göre güzel denmeyecek bir fiziksel görünüme sahiptir. Ancak, üst düzeyde gelişmiş yaratıcı / artistik yapısı ve rafine beğeni düzeyi aracılığı ile etkileyici bir kadına dönüşür. Büyüsel bir çekim gücü ve kendine özgü havası olan Sevin Seydi’nin çevresinde yarattığı karizma aylasının oluşumunda en önemli rolü, güçlü zekası ve kültür birikiminin oynadığından kimsenin kuşkusu yoktur.(…) Sevin Seydi 1957 yılında Uğur Ünel ile evlenir. Evli kaldıkları on yıl boyunca Oğuz, Uğur’un da Sevin’in de en yakın arkadaşlarıdır. (…) 1967 yılında farklı nedenlerle Oğuz Atay da Sevin Seydi de eşlerinden ayrılırlar. Aynı dönemde yaşadıkları yalnızlık ve mutsuzluk bir süre sonra bu iki insanı bir araya getirir.”
Kitaptan
 Soldan kopma 
”1960 yılının son çeyreğinde ”Olaylar” dergisinde yaşadığı düş kırıklığı Oğuz Atay’ı, uygulamaya çalıştığı köktenci sosyalist yaşam pratiğini yeniden gözden geçirmeye yönlendirir. Kendini solcu arkadaş grubundan çekmiş, ideolojiyle bütünleşmiş kişilere kuşku ve sakınımla yaklaşmakta olduğu bir sürecin içine girmiştik: İdeolojik ölçütler artık onun yaşamının belirleyicileri olmaktan çıkmıştır. 1961 yılı başında Melek Sineması’nda Fikriye’ye yeniden rastladığında, evlilik konusundaki düşüncelerinin artık daha yumuşak bir zeminde yer alıyor olduğu kesindir.
1956’daki ilk birlikteliklerinin üzerinden dört, beş yıl geçmiştir. Oğuz bu arada askerliğini yapmış, Denizcilik Bankası’nda işe girmiş, solculukla bütünleşen yoğun bir yaşam okulunu geride bırakmıştır. Fikriye ise yaşamındaki en büyük arzusunu gerçekleştirmiş, 1958 yılında Londra’ya gitmiş, orada iki yıllık bir moda okulunu bitirmiştir. Cihangir / Güneşli Sokak’ta, terzilik işini şimdi modist kimliğiyle yapmaktadır. (…) Oğuz’un evlilik kararı aile çevresinde olumlu yankı almaz. Çok değer verdiği annesi Muazzez Hanım, onun kendinden yaşlı bir kadınla evlenmesinden hoşlanmamıştır. ”Tehlikeli Oyunlar”da Hikmet’in annesi Mukadder Hanım da oğlunun evlenmek üzere olduğu Sevgi ile ilgili olumlu duygular beslemez.”
Ve ilk ayrılık…
oğuz-atay-eşi-fikriye-hanım-ve-kızları-özge--260x315
”Fikriye’den ayrılırken yalnızca kitaplarını alır yanına. Fikriye ile bir daha görüşmezler. Evlenirken olduğu gibi boşanırken de tanığı Uğur Ünel’dir. Atay’ın ilk iki romanında, evliliğinden ve ayrılığından yaşam parçacıklarının sıkça kullanılmış olduğu gerçeğinden yola çıkarak, metinlerde onun evli kadın figürlerine olan duygusal yaklaşımının bir grafiğini çıkartamaya çalıştığımızda, olumsuzdan olumluya giden bir tablo ile karşılaştığımızı görürüz. (…) ”Oyunlarla Yaşayanlar”da özeleştirisinde daha da ileri gidiyordur Oğuz Atay’ın oyun kişisi; oyunda Fikriye gibi terzilik yapmakta olan karısı için, ”Karımın evi geçindirmek için dikiş dikmesini bilmezlikten geliyorum,” diyordur. ”Tutanamayanlar” romanında birey insanın gelişmesini engelleyen karşıt dünyanın ögesi konumundaki evli kadın, ”Tehlikeli Oyunlar”da romanın ana erkek kişisiyle birlikte düzenin dişlileri arasında öğütülen bir tutunamayana dönüşür; ‘ikisi de daha önce, toplumun bir kenarına itilmişti,’ der anlatıcı onlar için.
Kaynak : Milliyet.com.tr. 08 Mart 2005
Genel içinde yayınlandı | , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

68.Yunus Nadi Ödülleri’ne katılım koşulları açıklandı

Görsel

TARİHÇE
Yunus Nadi Armağanı Yarışması, 1946’da kuruldu; hem geçmişe hem geleceğe dönük olan anlamı, Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi’ye saygı ve sevgiden kaynaklanıyor. Yalnız Cumhuriyet gazetesinin değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda büyük emeği bulunan Yunus Nadi’nin anısını her yıl tazelemek için bu ödülleri bir görev addeden Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi’nin ölüm yıldönümünü geçmişe dönük bir acı olarak değil, geleceğe yönelik bir kültür olayına dönüştürmek amacıyla bu yarışmayı düzenliyor.

Yarışmanın ilk düzenlendiği yıllarda Türkiye’de sanat alanında hiçbir özel ödül yoktu; tek parti dönemiydi ve yalnız CHP’nin koyduğu bir şiir ödülü vardı. Aynı dönemde bütün dünyada sanat, bilim ve edebiyat ödülleri ün yapmışlardı. İsveç’te Nobel, ABD’de Pulitzer, Sovyetler’de Lenin, Fransa’da Goncourt ödüllerinin sonuçları Türkiye’de de izleniyordu; ama Türkiye bu alanda da geç kalmıştı. Cumhuriyet gazetesi bu öncülüğü üstlendi, altmış yedi yıl önce düzenlenen Yunus Nadi Armağanı’yla sanat ve kültür yaşamımızda bir yarışma coşkusu oluşturdu. Daha sonraki yıllarda Türkiye’de de yarışmaların ve ödüllerin sayısı çoğaldı, yirmiyi aştı. Bugün belki ödül enflasyonundan söz açılabilir; eleştirel bir yaklaşımla sakıncaları gündeme getirilebilir, ama yine de kültür, bilim ve sanat konularında yapılan yatırımların çok yararlı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Zamanla ödüller arasında ayrımlar ortaya çıkar; bir yarışma kurumsallaştıkça, amacı, nitelikleri, karakteri belirginleşir. Bu arada kimi holdinglerin kendi amaçlarına yönelik yarışmalar düzenlemeleri ve ödüller dağıtmaları da bu alanda kaçınılmaz çoğulculuğu yansıtıyor. Kimi bankaların, şirketlerin, ticari tekellerin reklam amacıyla düzenledikleri yarışmaların ödülleri, parasal açıdan ne kadar büyük olursa olsun; özü, maddi çerçevenin dışındaki anlamda odaklaşıyor. Ödüller, Yunus Nadi Armağanı Yarışması adıyla aralıksız olarak altmış yılı aşkın bir sürede düzenli olarak gerçekleştirildi, kültür ve sanat hayatımıza amaçlanan katkıları yaptı ve etkilerini duyurdu. Daha önce bir dalda yapılan ödüllendirmenin kapsamı 1990 yılından itibaren genişletildi ve Yunus Nadi Ödülleri adıyla sürmeye başladı. Ülkenin kültür ve sanat yaşamı bütün baltalanmalara ve olumsuz yatırımlara karşın sürekli gelişiyor ve yaygınlaşıyor. Fikir ve sanat özgürlükleri Türkiye’de tam değil; siyasal iktidarın baskıları hâlâ sürüyor ve çağdaş demokratik ortamdan henüz yoksun sayılıyoruz. Buna karşın fikir, sanat, bilim, kültürde çabalar sürüyor. Tarihsel gelişim sürecinde elbette ‘aydınlanma’nın önüne hiçbir güç geçemez. Cumhuriyet, çağdaş uygarlığa giden yolun fikir, sanat, kültür, bilim yolu olduğunu kuruluşundan beri savunan bir gazete. Bu yoldaki çabaları desteklemek ve özendirmekte Yunus Nadi Ödülleri’nin işlevi sürecek. 2014 Yunus Nadi Ödülleri Edebiyat Ana Dalı’nda öykü, roman, şiir; Görsel Sanatlar Ana Dalı’nda karikatür, fotoğraf; Bilimsel Arafltırma Ana Dalı’nda Sosyal Bilimler Araştırması olarak sürüyor.

ÖYKÜ
Ödüle 1 Nisan 2013 ile 1 Şubat 2014 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazır bir ‘kitap dosyası’yla aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların, beyaz dosya kâğıdına makine yazısı ile çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici Kurul, ödülü, kitap ve kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Hikmet Altınkaynak, Metin Celâl, Faruk Duman,Cemil Kavukçu, Osman Şahin.

ROMAN
Ödüle 1 Nisan 2013 ile 1 Şubat 2014 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazır bir ‘kitap dosyası’yla aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların, beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Seçici Kurul, ödülü, kitap ve kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Adnan Binyazar, Ahmet Cemal, Konur Ertop, Güray Öz, Yüksel Pazarkaya.

ŞİİR
Ödüle 1 Nisan 2013 ile 1 Şubat 2014 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazır bir ‘kitap dosyası’ ile aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların beyaz dosya kâğıdına makine yazısı ile çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici Kurul, ödülü, kitap ve kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Ataol Behramoğlu, Egemen Berköz, Muzaffer İlhan Erdost, Doğan Hızlan, Sennur Sezer.

SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMASI
Ödüle 1 Nisan 2013 ile 1 Şubat 2014 tarihleri arasında yayımlanmış bilimsel araştırmalarla yayına hazırlanmış en az 25 sayfa olarak beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış bilimsel araştırmalar katılabilir. Adaylar yapıtlarını sekiz adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici Kurul ödülü kitap ve kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Erdal Atabek, Prof. Dr. Rona Aybay, Dr. Alev Coşkun, Prof. Dr. Emre Kongar, Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, Prof. Dr. Ahmet Mumcu.

KARİKATÜR
Karikatürlerin boyutu 30X40 cm’yi geçmemelidir. Teknik serbesttir. Çizer yarışmaya en fazla 5 karikatür ile katılabilir. Eserler orjinal olmalıdır. Sanatçı tarafından (ıslak imza) imzalanması koşuluyla dijital baskı kabul edilir. Seçici Kurul: Behiç Ak, Ercan Akyol, Orhan Erinç, Musa Kart, Kâmil Masaracı, Tonguç Yaşar.

FOTOĞRAF
Ödüle en çok 4 adet siyah-beyaz fotoğraf ile aday olunabilinir. Gönderilecek fotoğrafların en az 18×24 cm. boyutlarında ve daha önce başka yerde ödül almamış olması gerekmektedir. Seçici Kurul: Hikmet Çetinkaya, İsa Çelik, Ara Güler, Paul McMillen, İbrahim Yıldız.

HER DAL İÇİN GEÇERLİ GENEL KOŞULLAR
Ödüller, her dalda amatör- profesyonel herkese açıktır. (Cumhuriyet mensupları hiçbir dalda ödüle aday olamazlar.) Adaylar gerçek ad ve adreslerini ve telefon numaralarını belirtmek zorundadırlar. Ancak adaylar ad ve adreslerinin saklı tutulmasını isteyebilirler. Ödül koşullarına uymayan yapıtları yarışma dışında tutmak zorundayız. Adayların yapıtlarıyla birlikte adlarını ve soyadlarını arkasına yazacakları iki fotoğrağlarını, açık adreslerinin de yer aldığı katılma belgesini ve yaşamöykülerini 20 Mart 2014 Perşembe günü saat 17.00’ye kadar ‘Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Ödülleri Prof. Dr. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 – 34381 Şişli / İstanbul, adresine iadeli taahhütlü olarak postayla ulaştırmaları ya da elden teslim etmeleri gerekmektedir. Yayımlanmış yapıtların daha önce herhangi bir ödül almamış olması şartı geçerlidir. Zarfın ya da paketin üzerine hangi dal ile ilgili olduğunun (şiir, roman, öykü vb.) yazılması zorunludur. Ödül dallarında konu sınırlaması yoktur. Yapıtlar hiçbir şekilde iade edilmez. Ödül alan ya da herhangi bir şekilde ön elemeden geçirilen yapıtlar, genel yayın ilkelerimiz doğrultusunda gazetemizde yayımlanabilir. Ödüller 28 Haziran 2014 tarihinde dağıtılacaktır.

 

KATILMA BELGESİ
ADIM, SOYADIM: …………………
ADRESİM: …………………………….
……………………………………………..
TELEFONUM: ……………………….
KATILDIĞIM DAL: ………………..

Genel içinde yayınlandı | , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Piyanist Yüksel Dural, ‘Honorable Mention Winner’ ödülüne layık görüldü

-harika-turk-yuksel-dural-yine-bir-odulle-dondu-3865963Yabancı basında ‘harika Türk’ ve ‘olağanüstü besteci’ olarak nitelendirilen ünlü piyanist Yüksel Dural, dünyanın en prestijli müzik yarışmaları arasında gösterilen, The American Protege International Piano and Strings Competition 2013’te ‘Honorable Mention Winner’ ödülüne layık görüldü.

Genel içinde yayınlandı | , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

2014 yılı Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’ne katılma koşulları açıklandı

ImageEdebiyat dünyasında saygın bir yeri olan Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü, 1986’dan beri her yıl düzenleniyor. Ödüle aday olan yapıtlarda Kansu’nun şiir anlayışı göz önüne alınarak, çağdaş bir dünya görüşü ve dil bilinci temel ölçüt olarak alınıyor.

Her yıl düzenlenen Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’ne, 2014 yılı için katılma koşulları şöyle:

– Ödüle aday olan yapıtlarda Ceyhun Atuf Kansu’nun şiir anlayışı göz önüne alınarak, çağdaş bir dünya görüşü ve dil bilinci temel ölçüt olacaktır.

– 1 Şubat 2013 – 1 Şubat 2014 tarihleri arasında yayımlanan bütün şiir kitapları ödüle katılabilir. Ayrıca, Ödül Yazmanlığı, bu kitaplar arasından, çeşitli nedenlerle katılamayan kimi yapıtları da, ödüle aday olarak gösterebilir.

– Çeşitli nedenlerle kitap halinde basılmamış, ancak kitap bütünlüğü taşıyan şiirlerle de ödüle aday olunabilir.

– Seçici kurul; Adnan Binyazar, Müslim Çelik, Refik Durbaş, Şükrü Erbaş, Bahar Gökler (ailesi adına), Emin Özdemir, Sevgi Özel’den oluşmaktadır.

– Ödül kazanan yapıt, Ceyhun Atuf Kansu’nun ölüm yıldönümü olan 17 Mart 2014 tarihinde açıklanacaktır.

– Ödüle son katılma ve aday gösterilme tarihi 1 Şubat 2014’tür.

– Ödül, tek bir şiir yapıtına (kitap ya da kitap bütünlüğü taşıyan şiirlere) verilecektir.

– 2014 yılı için ödülün parasal tutarı 500 Türk Lirası’dır.

– Ödüle aday olacak yapıtlar, şairin adı, açık adresi ve kısa yaşam öyküsüyle birlikte 7 adet kitap ya da 7 kopya dosyayla (Işık Kansu, Ahmet Rasim Sok. No: 14 Çankaya/ANKARA) adresine gönderilecektir.

– Ödüle katılan yapıtlar, sahiplerine geri gönderilmeyecektir.

Ceyhun Atuf Kansu kimdir?

1919’da İstanbul’da doğdu. Babası, eğitimci ve politikacı Nafi Atuf Kansu’dur. Küçük yaşta annesini kaybetti. Babasıyla birlikte 1921’de Ankara’ya gitti. Ankara Gazi Lisesi’ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Ankara Numune Hastanesi’nde çocuk hastalıkları uzmanı oldu. Turhal Şeker Fabrikası, Ankara Şeker Fabrikası ve Etimesgut Şeker Fabrikası’nda hekimlik yaptı. 17 Mart 1978’de Ankara’da öldü.
Yazın yaşamı lise yıllarında okul dergisinde yayımlanan şiirleriyle başladı. Sonraki yıllarda yazı ve şiirleri İnkılapçı Gençlik, Ülkü, Yücel, Millet, İstanbul gibi dergilerde yayımlandı. İlk şiirini hece ölçüsü ve halk şiiri geleneği ile yazdı, sonradan serbest ölçüyü benimsedi. Halk dilinden, halk söyleyişlerinden geniş biçimde yararlandı. Toplumsal sorunlara ağırlık verdi, halkın özlemlerini, sevinçlerini, acılarını ve yaşama savaşımını coşkulu bir söyleyişle dile getirdi. Şiirlerinin kaynağını hoşgörü, insanlık sevgisi, ulusal bağımsızlık ve doğa oluşturdu. Öyküleri ve masalları, Vakit ve Ulus gazeteleri ile Varlık, Seçilmiş Hikayeler ve Çocuk dergilerinde yayımlandı. Anısını yaşatmak için, adı, ilki 1986’da düzenlenen şiir ödülü kondu.

Daha önce ödül alanlar

1986 yılında konulan Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nü, ilk olarak 1993 yılında Sıvas’ta yitirdiğimiz Behçet Aysan “Eylül” yapıtıyla kazanmıştı. Ardından, sırasıyla ödülü alan şairler ve yapıtları şöyle:

1987’de Şükrü Erbaş, “Yolculuk”, 1988’de Emirhan Oğuz, “Ateş Hırsızları Söylencesi”, 1989’da Müslim Çelik, “Peryavşan”, 1990’da Salih Bolat, “Karşılaşma”, 1991’de Ahmet Ada, “Aşk Her Yerde”, 1992’de Hüseyin Yurttaş, “Kod Adı Mansur”, 1993’te Hidayet Karakuş, “Sesini Bana Bırak” ve 1994’te Abdülkadir Budak, “İmzası Gül” adlı yapıtlarıyla ödülü aldılar. 1995 yılında da ödül, “Sürek Avında Dünya” adlı kitabıyla Ali Cengizkan’a verildi. 1996’da Gültekin Emre “Taşı Sula”, 1997’de Oya Uysal, “Uçuruma Düşen Nehir” adlı yapıtıyla ödülü kazandı. 1998’de “Suyla Sınanmış Şiirler” ile Ahmet Uysal, 1999’da “Suç Duyurusu” ile Hicri İzgören, 2000’de “Yer Bezinden Bir Köle” ile Hüseyin Peker, 2001’de “Ateşin Düştüğü Yer” ile Arif Berberoğlu, 2002’de “Sözümüz Vardı” ile Ahmet Özer, 2003’te “Kumral Gökkuşağı” ile Turgay Fişekçi, 2004’te “Yalnız Karanfil Sokağı” ile Aydın Hatipoğlu, 2005’te “Yorgun Denge” ile Hüseyin Atabaş, 2006’da da “Dünya Tutulması” ile Çiğdem Sezer, 2007’de “Dün Bugün” ile Cengiz Bektaş, 2008’de “Sesler, İncelikler” ile İlyas Tunç, 2009’da “Çıkrık” ile Süreyya Berfe, 2010’da “Adalar Kitabı” adlı dosyasıyla Aydın Şimşek, 2011’de “Melez Zamanlar” ile Ferruh Tunç, 2012’de “Başka Tufan” ile Selami Karabulut, 2013’te de “Avluda Kuş Sesleri” adlı yapıtıyla Halim Yazıcı kazandı.

Genel içinde yayınlandı | , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Esin Varan, Adrien Brody’den Grace Kelly’ye 96 Oscar’lı oyuncu yetiştiren ABD’deki 130 yıllık konservatuvara seçildi.

Esin Varan, Adrien Brody’den Grace Kelly’ye 96 Oscar’lı oyuncu yetiştiren ABD’deki 130 yıllık konservatuvara seçildi. ‘New York Academy Theatre Company’e giren ilk Türk oldu.

Image

TÜRK KIZININ BÜYÜK BAŞARISI
Marmara Üniversitesi İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olan Esin Varan, her yıl 2 bin kişinin başvuru yaptığı ABD’nin 130 yıllık ilk konservatuvarı ‘American Academy of Dramatic Arts’a burslu seçilerek ilk 30’un içinde yer aldı.

KIRK DOUGLAS, ANNE HATHAWAY
Varan, mezunları arasında Jessica Chastain, Adrien Brody, Kirk Douglas, Grace Kelly, Anne Hathaway gibi isimlerin bulunduğu okulda elde ettiği başarıyla göz kamaştırdı. Varan, buradaki 2 yıllık eğitim sonrası da New York Academy Theatre Company’e giren ilk Türk oyuncu oldu.

BROADWAY’DAN BAŞROL TEKLİFİ GELDİ
Türk sanatçı şunları söyledi: Oyunumu izlemeye gelen Tony ödüllü yazar Douglas Carter Beane, oyun sonunda yeni yazdığı Broadway şovunda rol teklif etti. Gelecek yıl Shakespeare’in ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’ adlı oyununun devamı niteliğindeki, perilerle ilgili bir oyunda başrol oynayacağım.

Image

KÜLTÜRÜMÜN İZLERİ SAHNEDE
Başarısıyla genç sanatçılara örnek olan Esin Varan şunları söyledi: Sahneyi ABD’li oyuncularla paylaşıp, ülkenin en ünlü başyapıtında yer aldım. Birçok kişi anadili Türkçe olan birinin başka dilde rol yapamayacağını düşünüyordu ama yanılttım. Oyunculuğumda Türk kültürünün izi var, izleyiciye egzotik geliyor.

245 EMMY ÖDÜLÜ
New York’taki American Academy of Dramatic Arts’ın mezunları arasında 96 Oscar, 245 Emmy ve 86 Tony ödülüne aday gösterilen isim yer alıyor. Burslu girdiği okuldan başarıyla mezun olan Esin Varan, yeni oyunlarıyla sahneye iyice ısınıyor.

Genel içinde yayınlandı | , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Amerikan Müzik Ödülleri sahiplerini buldu

ImageAmerikan Müzik Ödülleri’ni kazanan isimler şöyle sıralanıyor:

Yılın şarkıcısı: Taylor Swift
Yılın Single’ı: “Cruise” (Florida Georgia Line featuring Nelly)
Yılın pop/rock kadın sanatçısı: Taylor Swift
Yılın pop/rock erkek sanatçısı: Justin Timberlake
Pop/rock grubu: One Direction
Pop/rock albümü: “Take Me Home” (One Direction)
Kadın country sanatçısı: Taylor Swift
Erkek country sanatçısı: Luke Bryan
Country grubu: Lady Antebellum
Country albümü: “Red” (Taylor Swift)
Rap/hip-hop sanatçısı: Macklemore & Ryan Lewis
Rap/hip-hop albümü: “The Heist” (Macklemore & Ryan Lewis)
Kadın soul/R&B sanatçısı: Rihanna
Erkek soul/R&B sanatçısı: Justin Timberlake
Soul/R&B albümü: “The 20/20 Experience” (Justin Timberlake)
Alternatif rock sanatçısı: Imagine Dragons
Latin sanatçı: Marc Anthony
Elektronik dans müziği sanatçısı: Avicii

Genel içinde yayınlandı | ile etiketlendi | Yorum bırakın

4. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde büyük ödül Yozgat Blues’un!

ImageÖdül töreni, Korhan Abay ve Çiğdem Tunç’un sunumu ile Malatya Kongre ve Kültür Merkezi Kemal Sunal Salonu’nda gerçekleşti. Malatya Valisi ve Festival Onursal Başkanı Sayın Vasip Şahin’in konuşması ile başlayan geceye ulusal ve uluslararası jüri üyeleri, Kemal Sunal’ın değerli eşi Gül Sunal ve oğlu Ali Sunal, Hababam Sınıfı öğrencileri ve Malatyalı sinemaseverler katıldı.

Söz Sinemanın

Açılış Gecesindeki konuşmasında “Bu gece söz sinemanın” diyen Malatya Valisi ve Festival Onursal Başkanı Sayın Vasip Şahin Kapanış Gecesinde de bu sözünü tuttu ve konuşma yapmadan sözün sanatçılara devredilmesini sağlayarak sinemaya ve sanatçıya verdiği önemi bir kez daha kanıtlamış oldu.

4. Malatya Uluslararası Film Festivali kapsamında Ulusal Uzun Film kategorisinde En İyi Film Ödülü, En İyi Yönetmen Ödülü ve Siyad Ödülü Yozgat Blues’un oldu! Yönetmen Mahmut Fazıl Çoşkun bu ödülü almanın kendisi için değerli olduğunu belirtirken Yapımcısı Halil Kardaş bundan sonra Malatya Blues’u da yapacağız diyerek, esprili bir dille teşekkürlerini sundu.

En İyi Senaryo Ödülü ise Saroyan Ülkesi filmi ile Lusin Dink’in oldu. Ödülünü Jüri Üyesi ve Yazar Canan Tan’dan alan Dink, jüriye teşekkür ettikten sonra Saroyan Ülkesi’nin festivaller gezdiğini, ilk ödülünü Ermenistan’da Altın Kayısı Film Festivali’nde aldığını ikincisini de burada Kristal Kayısı ile aldığını söyledi. Ve “Umarım bir gün bütün okullarda Saroyan okutulur” dedi.

En İyi Kadın Oyuncu Ödülü Kusursuzlar filmindeki performansıyla İpek Türktan Kaynak’ın olurken, En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü ise Eve Dönüş Sarıkamış 1915 filmindeki performansıyla Serdar Orçin’in oldu. Jüri Üyesi ve Oyuncu Kenan Işık’ın elinden ödülünü alan İpek Türktan Kaynak, ailesine ve rolü kendisine emanet eden ekip arkadaşlarına teşekkürlerini sundu.

Jüri Üyesi ve Eleştirmen Sevin Okyay’ın elinden ödülünü alan Serdar Orçin ise bağımsız filmlerin ne şartlar altında çekildiğini, çoğu zaman parasız kalarak çekimler yapıldığını söyleyerek tüm sinemacı dostlarını ve festivali düzenleyenlere teşekkür etti.
4. Malatya Uluslararası Film Festivali Ulusal Uzun Film Yarışma kategorisinde bir diğer ödülse Jüri Özel Ödülü ile Eve Dönüş Sarıkamış 1915 filminin Görüntü Yönetmeni Hayk Kirakosyan’ın oldu.

Malatyalı Usta Sanatçı Kemal Sunal’ın anıldığı 4. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde bu yıl bir de Kemal Sunal Halk Jürisi Ödülü verildi. Aday filmleri izleyen halkın oylamasın sonucunda belirlenen ödüle Eve Dönüş Sarıkamış 1915 değer görüldü. Ödülü veren Ali Sunal, “Bu anlamlı ödülü, yeni kaybettiğimiz babamın da hayran olduğu Nejat Uygur ve diğer tüm ustalar adına vermek istiyorum.”diyerek ödülü film ekibi adına törende bulunan Serdar Orçin’e takdim etti. Orçin, Kemal Sunal adını taşıyan bu ödülü Ali Sunal’ın elinden aldığı için çok mutlu olduğunu, ekibe bir an önce teslim edeceğini söyledi.

Bu yıl gösterim programı ve özel konuklarıyla tam anlamıyla bir uluslararası festival olan Malatya Uluslararası Film Festivali’nde Uluslararası Uzun Film Yarışması da oldukça heyecanlı geçti! Uluslararası Uzun Film Yarışma kategorisinde En İyi Film In Bloom-Hayatın Baharı filmine giderken, Omar-Ömer filmi ve LunchBox-Sefer Tası filmi de mansiyona değer görülen filmler oldu.
Ulusal Kısa Film yarışma kategorisinde ise En İyi Film Ödülüne Yönetmenliğini Ömer Günüvar’ın yaptığı Yaşam Merkezi değer görülürken Jüri Özel Ödülü Umut Subaşı’nın yönettiği Ü.N.K filminin oldu.

Birsen Tezer şarkılarıyla da renklenen Ödül Gecesi toplu fotoğraf çekimiyle de son buldu.

Ulusal Uzun Film Ödüllerin tam listesi:

Jüri: Yönetmen Tunç Başaran (Jüri Başkanı), Sinema, Spor, Edebiyat ve Caz Eleştirmeni; Yazar; Çevirmen; Tiyatro Yazarı; TV ve Radyo Programcısı Sevin Okyay, Sinema ve Tiyatro Oyuncusu Settar Tanrıöğen, Sinema ve Tiyatro Oyuncusu, Tiyatro Yönetmeni Kenan Işık ve Yazar Canan Tan.

KRİSTAL KAYISI EN İYİ FİLM: YOZGAT BLUES
KRİSTAL KAYISI EN İYİ YÖNETMEN: MAHMUT FAZIL COŞKUN- YOZGAT BLUES
KRİSTAL KAYISI EN İYİ KADIN OYUNCU: İPEK TÜRKTAN KAYNAK-KUSURSUZLAR
KRİSTAL KAYISI EN İYİ ERKEK OYUNCU: SERDAR ORÇİN- EVE DÖNÜŞ SARIKAMIŞ 1915
KRİSTAL KAYISI EN İYİ SENARYO: LUSİN DİNK- SARAYON ÜLKESİ
JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜ: GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ HAYK KİRAKOSYAN- EVE DÖNÜŞ SARIKAMIŞ 1915
KEMAL SUNAL HALK JÜRİSİ ÖDÜLÜ: EVE DÖNÜŞ SARIKAMIŞ 1915

Ulusal Film Yarışması SİYAD Ödülü

Jüri: Sinema Yazarı Banu Bozdemir, Zaman Gazetesi Sinema Yazarı Ali Koca ve Radikal Gazetesi Sinema Yazarı Erman Ata Uncu.

SİYAD EN İYİ FİLM ÖDÜLÜ: YOZGAT BLUES

Uluslararası Uzun Film Ödüllerin tam listesi:
Jüri: Amerikalı Yapımcı, Oyuncu ve Senarist Jim Stark (Jüri Başkanı), FIPRESCI Genel Sekreteri, Sinema Eleştirmeni Klaus Eder, Amerikalı Yönetmen Randa Haines, Lübnanlı Yapımcı, Lübnan Metropolis Sanat Sinemasının Kurucusu ve Yöneticisi Hania Mroue ve Akademisyen, TV Program Yapımcısı, Eskişehir Film Festivali Onursal Başkanı Prof. Dr. Gülseren Yücel.

KRİSTAL KAYISI EN İYİ FİLM: IN BLOOM-HAYATIN BAHARI

MANSİYON: LUNCHBOX-SEFER TASI
MANSİYON: OMAR-ÖMER

Ulusal Kısa Film Ödüllerin tam listesi:
Jüri: Yönetmen Seren Yüce (Jüri Başkanı), Cannes Film Festivali Short Film Corner Yöneticisi Alice Kharoubi, Yönetmen Can Evrenol, Yazar, Senarist, Müzik Eleştirmeni Doğu Yücel ve Yapımcı Emre Yeksan.

KRİSTAL KAYISI EN İYİ FİLM: YAŞAM MERKEZİ
JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜ: Ü.N.K.

Genel içinde yayınlandı | , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

40.Altın Kelebek Ödülleri sahiplerini buldu

Görsel

2012/2013 dönemine ait ödülleri kazananlar şöyle:

En İyi pop müzik kadın: Göksel
En iyi çıkış yapanlar: Ece Seçkin, Emre Kaya, Aynur Aydın, Mehmet Erdem,
En iyi şarkı: Türkan/Demet Akalın (Söz: Ayla Çelik Müzik: Gökhan Tepe)
En iyi yarışma: Ben Bilmem Eşim Bilir
En iyi kadın sunucu: Burcu Esmersoy
En iyi erkek sunucu: İlker Ayrık
En iyi komedi kadın: Gonca Vuslateri
En iyi müzik grubu: Kolpa
En iyi kadın haber sunucusu: Nazlı Çelik
En iyi erkek haber sunucusu: İrfan Değirmenci
En iyi komedi dizisi: İşler Güçler
En iyi dizi müziği: Merhamet/ Ferhat Livaneli
En iyi kadın oyuncu: Bergüzar Korel
En iyi erkek oyuncu: Kenan İmirzalıoğlu
En iyi dizi: Karadayı
En iyi yönetmen: Uluç Bayraktar- Cem Karcı
En iyi fantezi müzik kadın: Sibel Can
En iyi fantezi müzik erkek: Orhan Gencebay
En iyi senaryo: Ece Yörenç- Melek Gençoğlu
En iyi proje: Ayselin
En iyi magazin programı: Starlife/Tayfun Topaloğlu
En iyi kültür-sanat programı: Burada Hayat Var/Aynur Tartan
En iyi spor programı: Maraton

Genel içinde yayınlandı | ile etiketlendi | Yorum bırakın

50. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde dağıtılan tüm ödüller:

Görsel

Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması:  En İyi Film: Kusursuzlar (Yön. Ramin Matin) ve Cennetten Kovulmak (Yön. Ferit Karahan)
En İyi İlk film: Mavi Dalga (Yön. Zeynep Dadak, Merve Kayan)
SİYAD En İyi Film Ödülü: Kutsal Bir Gün (Yön. Serdar Temizkan)
En İyi Yönetmen: Ramin Matin (Kusursuzlar)
Film-Yön Jürisi En İyi Yönetmen Ödülü: Ramin Matin (Kusursuzlar)
En İyi Senaryo: Zeynep Dadak, Merve Kayan (Mavi Dalga)
En İyi Kadın Oyuncu: Zeynep Çamcı (Meryem)
En İyi Erkek Oyuncu: Hakan Yufkacıgil (Uzun Yol)
En İyi Görüntü Yönetmeni: Feza Çaldıran (Meryem)
En İyi Kurgu: Çiçek Kahraman (Mavi Dalga)
En İyi Sanat Yönetmeni: Selda Çiçek, Sırma Bradley (Kutsal Bir Gün)
En İyi Müzik: Youki Yamamoto (Meryem)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Gülistan Acet (Cennetten Kovulmak)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Ahmet Özarslan (Uzun Yol)
Behlül Dal Jüri Özel Ödülü: Mavi Ring (Yön. Ömer Leventoğlu)
Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü: Meryem (ses tasarımı ve özel efekt)
Jüri Özel Ödülü: Rojin Tekin (Cennetten Kovulmak)
Antalya Kent Konseyi Özel Ödülü: Meryem
Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması:  En İyi Film: 36 (Yön. Nawapol Thamrongrattanarit)
SİYAD Jürisi En İyi Film Ödülü: Tuhaf Kedicik (Yön. Ramon Zürcher)
Gençlik Jürisi Özel Ödülü: Tuhaf Kedicik (Yön. Ramon Zürcher)
Ulusal Belgesel Yarışması:  En İyi Belgesel: Fecira (Yön. Piran Baydemir) ve Tek Başına Dans (Yön. Birnur Pilavcı)
En İyi İlk Belgesel: Mustafa’nın Yaşam Zinciri (Yön. Doğu Akıncı)  Jüri Özel Ödülü: Hay Vay Zaman (Yön. Nezahat Gündoğan)
Ulusal Kısa Film Yarışması:  En İyi Kısa Film: Karpuz Cenneti (Yön. Gülistan Acet) ve Patika (Yön. Onur Yağız)
Jüri Özel Ödülü: Tornistan (Yön. Ayce Kartal)

Genel içinde yayınlandı | ile etiketlendi | Yorum bırakın

“İçimizdeki Aylak Adamlar”

GörselKalın duvarlar arasına hapsettiğimiz hırçın ruhlarımızı kışkırtan yalancı bahar günlerini, şehrin muhtelif çay bahçelerinde her türden insan ve kuş cıvıltısını dinleyerek geçirdim. Birkaç gün önce ‘uzun maceralardan sonra eve dönen’ yorgun yayın müdürümün, değil insan, kuş sesi duymaya bile dayanamayacağını, fevkalade samimi bir lisanla anlattığı sıkıntıya da saygıda kusur etmek istemem lakin neşeli cıvıltılar da pek güzeldi doğrusu. İnsanın acılı yorgunluğunu unutturan, taze bir kokusu var bu ılık havanın. Kış ortasında bahar aldatmacısının şefkatli sahtekârlığına teslim olunca epeydir kendimi bu kadar ‘aylak’ hissetmediğimi fark ettim.

Geçtiğimiz hafta Taraf’ın ekinde gördüğüm bir yazı vesilesiyle Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ını hatırlayıp kitabı tekrar okumak da gevşetti beni biraz. Üstelik bilen bilir, öyle insana mutluluk veren bir kitap değildir ama yine de onun huysuz kahramanıyla yıllar sonra geniş bahçelerdeki kocamış ağaçların altında buluşmak nedense huzursuz ruhuma iyi geldi. Okudukça yazarın bahsettiği türden dikenli bir ‘aylaklığın’ sadece bir gençlik romantizmi, toplumun sahtekârlığını eleştiren bir başkaldırı hikâyesi olmadığını gördüm. Kahramanı C’nin ağzından anlattığı bütün o keskin fikirlerin, değişen ruh hallerinin, aslında hepimizin içinde zaten var olan ama çok rahat ortaya çıkaramadığımız karmaşık duyguların bir bütünü olduğunu anlayınca biraz şaşırdım.

O basit oyun…

Oturduğum çay bahçesinde, bir yandan kitabın sayfalarını çeviriyor, bir yandan da etrafımı kuşatan insanlar hakkında hikâyeler uyduruyordum. Bunu çocukluğumdan beri yaparım, yapmayanlara da ‘neden onlar da böyle yapmıyor’ diye şaşarım. Bu basit oyunu herkesin oynadığına inanmaya eğilimliyim sanırım. Karşımdaki masada, kâğıt helvayı üzerine dökerek yiyen yaşlı kadının denizin dibine yolladığı yalnız bakışlarıyla başlayan bir hikâye yazabilirim mesela. Bu basit oyunun, gündelik hayatın paslı sıkıntısından kaçmak isteyenler için ne kadar eğlenceli olduğunu bilirim.

Bunu romanın aylak adamı C de yapar ama onun oyunları başka türlüdür. Kızgınlık, öfke, hoyratlık, şiddet, kıskançlık, yetersizlik gibi birbirini tetikleyen, ezen, örten farklı duyguların çatışmalarını da içerir. Onun gibi olmak zordur aslında. İnsan, kendisine, sevdiklerine, sevmediklerine, tanrısına, topluma sürekli kızamaz. İncinmekten, başkalarını yaralamaktan yorulur, nefessiz kalır. Hayatın inanmadığı kurallarıyla, güzelliklerini görmek istemediği dünyayla uzlaşmaz görünse de arada durup benzemek istemediği ailesinin, kalabalığın arasına karışıp, orada biraz dinlenmek ister. Hor gördüğü insanların sıkıntısı aynı zamanda kendi çıkmazıdır çünkü.

Zaman bilincini kaybetmek

K Dergisi’nin kapağında, edebiyatın ne işe yaradığını iddialı ama zarif bir cümleyle ifade eden güzel bir alıntı var. Başkalarından uzaklaşırken neden onlarsız yapamadığımızı iyi anlatıyor bence: “İnsan kendini yalnızca insanda tanır” diyor Goethe.

Yusuf Atılgan’ın öfkeli ve uyumsuz C’si de kaçtığı, korktuğu, aşağıladığı insanların aynasında kendisiyle, geçmişiyle yüzleşirken bu hakikati hatırlatmaya ve anlamaya çalışıyor sanırım. Yazarın biraz da kendi uyumsuzluğuna ve isyanına benzeyen ‘kırık’ cümleleri arasında kısa hayal molalarıyla dolaşırken içimizde ne kadar çok ‘aylak insan’ yaşattığımızı düşündüm.

Her sabah aynı hevesle çıkmadığımız iş yolculuğunda, yaşadığımız hayatın sıradanlığına yabancılaşıp, kendimizden bile kaçmak istemiyor muyuz? Böyle boğucu anlarda, bazı insanların zaman bilincini hiç kaybetmemesine, herkesin bir işi oluşuna aylak C gibi şaşırıyoruz bazen.

Samimiyetten uzak bir tonla ısrarla ‘siz’ diye hitap edenler bazen canımızı sıkmıyor mu? C, fena halde sıkılıyor: “Bütün ‘siz’ler, ‘iz’ler, ‘uz’lardan sıkılırım ben. Yapmacık, fazlalık gibi gelirler bana. İkinci konuşmamda ‘sen’ diyemeyeceğim biriyle bir daha konuşmam” diyor mesela. İçimizdeki aylaklardan birisi, bu türden bir yapaylıktan sıkılandır aynı zamanda.

Biz de aslında tıpkı o uyumsuz C gibi, istemeden edindiğimiz tembel alışkanlıkların, hayattaki bilinçli tercihlerimizin yerine geçeceğinden ürküyoruz. İnsanların ezberlenmiş, anlamsız hareketler yaptığını düşünüp gizlice onları küçümsüyor, o kibirli halimizi saklayarak başkalarıyla aramıza mesafe koymak istiyoruz. Kendisini her fırsatta da ‘aylak’ diye tanıtmaktan hoşlanan C de çok farklı değil. O da bizim gibi hayata öfkelenmekle, incinerek kabullenmek arasındaki dikenliği tedirginliğin huzursuzluğunu hissediyor sıkça.

Herkes düşünür ama söylemez

Bazılarımız kendilerine sürekli ‘deli sevgilim, huysuz arkadaşım’ diye hitap edenlerin ‘basit’ şakalarıyla kırılırken, bunu söyleyenlerin sürekli ‘akıllı’ görünmesine kızıyordur muhtemelen. Düşündüklerini çekinmeden söyleyenlerin küstahlığına da şaşırmıyor muyuz bazen? C’nin sevgilisi de hayret ediyor ve “Korkunç bir şey bu, görüyorsun beni, utanıyorum” diyor. “Korkunç olan ne? Bunları herkes düşünür ama çoğu söyleyemez. İkimizin arkasında saklı bir şey olmaması sana bir rahatlama vermiyor mu” diye cevap veriyor ona C.

Peki, sevgilinizle sokaklarda el ele yürürken pencerelerden birine bakıp, orada yaşayan bir aileye dair karamsar yorumlar yapmıyor musunuz? En azından içinize doğru fısıldıyorsunuzdur. O düşüncelerin sıkıntısıyla geleceğinizden korkmadınız mı hiç? ‘Aylak C’ orta sınıf hayatını eleştirirken o bildik sıkıntıyı kendine has ironik cümleleriyle anlatıyor: “Neden kötümsersin” diye soran sevgilisine “sen neden değilsin” diye soruyor ve devam ediyor: “Çevrene bakmıyor musun? En mutlu görünenlere bile? Bütün bunlar üç oda, bir mutfak, iki çocuk düşü ile başlıyor. Sonra? Haydi bayanlar, baylar! Bu fırsatı kaçırmayın. Siz de girin, siz de görün!”

Bazen oraya girmemek için kendimize rağmen direnmiyor muyuz? Ama o zaman da içimizdeki öbür aylak yüzünden bazen hiç bulamayacağımızı bildiğimiz, imkânsız ‘gerçek sevginin’ peşine düşüyoruz. C, böyle, bunaldığı anlarda “Dünyada gereğinden fazla kadın vardı, ama yalnız bir teki yoktu” diyor. İşte o zaman biz de onun gibi kırılıp dökülüyoruz. O ‘bir tekinin’ olduğuna inancımızı kaybetmemek için C’nin buruk ümitsizliğini kendimize bile itiraf etmiyoruz. Kalabalığın uğultulu hayatından uzaklaşırken, kimsenin umursamadığı milyonlarca insandan biri olmanın ağırlığı altında ezilmemeye, o sonsuz çölde kaybolmamaya çalışıyoruz.

C, “Belki de insanlar, kendi kendilerini düşünmek, hayaller kurmak için yeteri kadar yalnız kalamadıklarından anlayışsız oluyorlardı” derken, durup derinden hissedemeyecek kadar hırpaladığımız hayatın ne kadar aldatıcı, vahşi olabildiğini anlatıyor. Koskoca şehirde çocukluğundan kalan tanıdık bir kokuyu bulamayacağını bildiği halde aramayı seven yazar C, kitabının ‘küskün’ cümleleriyle aslında hepimizin içindeki uyumsuz ‘aylak kalabalığa’ sesleniyor. İnsanın kendini ait hissetmediği bir hayata kızgınlık duyabileceğini derinden hissediyor çünkü.

İnsan hep geç kalır!

Yusuf Atılgan, pek çok yazarın böylesine çıplak ve katı bir biçimde tarif etmeye cesaret etmediği karanlığı, toplumun ne düşüneceğine hiç aldırmadan anlatırken insanın ruh haritasındaki en dar geçitlere kadar girebilmiş. Sadece yazar dostlarının anlattığı titizliği yüzünden değil, Aylak Adam’ın kalıcılığını sezebildiği için çok yazmamıştı belki de. Yazdıklarını da yırtıp çöpe atmasına pek şaşmamalı. Ben tuhaf bir biçimde bu kitabın insana her manada dokunan koyuluğunu, neredeyse hayatın bütün karanlığını kapsayan derinliğini yıllar sonra tekrar okuduğumda idrak edebildim.

C, kitabın sonlarına doğru okura “insan bir şey yapmağa hep geç kalır” diyordu. Neden hep geç kalırız? Bilmiyorum, fazla düşünmeden, olanla yetiniyormuş gibi görünen basit bir anlayışı rahatça kabullenebildiğimiz içindir herhalde.

C, “Alay edin bakalım, hepinize inat bir gün bulacağım onu!” diye sokaklarda bağırarak ‘düzenle’ alay ederken ben de kendime acımasız sorular soruyordum: İnsan hayatta sadece bulabileceğini mi aramalı? ‘Gerçek sevgiyi’ arayanlar, olmayanın peşine düşen kibirli ‘yalnızlar’ mıdır? Ya öyleyse, gerçekten istediğimiz hayatı ne zaman yaşayacağız?

A.Esra Yalazan

Genel içinde yayınlandı | , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın